YAŞAM

Ünlü İş Kadını Derya Bağcı'dan Kritik Ekonomi Tespitleri

Başarılarıyla adından sıkça söz ettiren; İma Group Yönetim Kurulu Başkanı Derya Bağcı Dünya ve Türkiye ekonomisini değerlendirdi.

Dünyanın en değerli altın ve pırlanta madenlerine sahip olan Tanzanya Menkul Kıymetler TSL Investment Bank'a ortak olan İMA GROUP Yönetim Kurulu Başkanı Derya Bağcı, Türkiye ve dünya ekonomisinin gündemini masaya yatırdı.

Bağcı, Türkiye'de enflasyonu besleyen ana unsurların başında tarım ve gıda tedarik zincirindeki yapısal sorunlar olduğunu söyledi. Bağcı, "Bazı finansal kurum raporları ve ekonomist görüşleri Türkiye’nin yaşamış olduğu kur şokunun temel nedenini enflasyon ve cari açıkta yaşanan bozulmaya bağlamaktadır. Küresel ekonomide gelişmekte olan ülkelerle sınırlı kalmayan belli makroekonomik sorunlar bugün bazı gelişmiş ülkelerde de mevcuttur." dedi.

İşte Derya Bağcı'nın ekonomiyle ilgili yaptığı kritik tespitler:

Yükselen bir piyasa olarak Türkiye’nin de belli makroekonomik sorunları vardır. Türkiye ekonomisinde cari açık ve enflasyon da bu sorunlar arasında sayılabilir.

Bu yıl özellikle Mayıs ve Ağustos’ta Türk Lirasının (TL) ciddi şekilde değer yitirmesi akabinde artan ithalat maliyetleri dolayısıyla uzun zamandır tek haneli rakamlarda seyreden enflasyon ciddi şekilde yükselerek yüzde 20’ler düzeyine ulaşmıştır.

Türkiye’de enflasyonu besleyen bir başka etken de tarım ve gıda tedarik zincirindeki yapısal sorunlardır.


Dış ticaretin yapısal bir gerçekliği olarak Türkiye ekonomisinin büyüme ve ihracat artışı kaydettiği dönemlerde cari açıkta da artış görülmüştür.

Bunun temel sebebi ise ihracatın ithal ara mallarına olan önemli düzeydeki bağımlılığıdır. Ancak küresel siyaset ve ekonomide yaşanan gelişmelerin daha fazla etkisinde kalan Türkiye ekonomisinin son dönemlerde yaşadığı ve rasyonel bir temelden uzak olan döviz kurlarındaki yükselişin söz konusu sorunlarla  açıklanması pek mümkün değildir.

Çünkü Türkiye ekonomisinin ne cari açık ne de enflasyon göstergelerinde TL’nin çok kısa bir sürede yüksek oranda değer kaybetmesine neden olabilecek bir yükseliş yaşanmıştır.

Türkiye’nin diplomatik girişimler , okulların kapatılması ve örgüt üyelerinin iadesi üzerinden birçok ülkede FETÖ ile mücadeleyi arttırarak devam ettirdiği görülmektedir. FETÖ’ye ait okulların kapatılması , örgüt üyelerinin tutuklanması ve iadesi konularında Afrika ve Doğu Asya ülkelerinin Türkiye ile iş birliğine daha açık olduğu görülmektedir. Bunun arka planında ise PKK gibi FETÖ’yü Türkiye’ye karşı bir dış politika aracı haline getiren Avrupa ülkelerine ve ABD’ye nazaran bu ülkelerin Türkiye ile ilişkileri güçlendirme arzusu bulunmaktadır.

Haliyle önümüzdeki süreçte örgütün Batı ülkelerindeki yapılanmalarının çökertilebilmesi için siyasi girişimler kadar hükümet ve yerel yönetimler üzerinde baskı yaratabilecek sivil girişimlerin daha fazla desteklenmesi gerekmektedir.

2018 yılı boyunca Afganistan ,Demokratik Kongo Cumhuriyeti , Güney Sudan , Ekvator Ginesi , Fildişi Sahilleri , Japonya , Kamerun , Nijer ve Venezuela’daki FETO ile iltisaklı birçok okulun faaliyetlerine ilgili ülke yönetimleri tarafından son verilmiştir.

Ancak öğrencilerin mağdur olmaması ve bu ülkelerde eğitim faaliyetleri üzerinden ikili ilişkilere zarar verilmek istenmemesi gayesiyle söz konusu okulların önemli bir kısmı FETO yönetiminden alındıktan Maarif Vakfı yönetimine devredilmiştir.

PKK , Türkiye’nin terörle mücadele kapsamında 20 Ocak 2018’de başlattığı ZDH’ye karşılık vermek amacıyla Ocak-Mart döneminde gerek yurt içinde gerekse Irak’ın kuzeyinde çok sayıda saldırı düzenlemeyi planlamıştır.

Fakat Afrin bölgesinin Mart’ın ortalarında PKK/YPG’li teröristlerden tamamen arındırılması ve güvenlik güçlerinin yurt içinde ve Irak’ın kuzeyindeki PKK unsurlarıyla mücadelede etkin tavır sergilemesi gibi etkenler örgütün bahar aylarında amaçladığı “saldırı” stratejisinin önünü kesmiştir. Yurt içine Kuzey Irak’a ve Avrupa’ya yönelik gerçekleştirilen operasyonlar , güvenlik güçlerinin operasyon kapasitesindeki pozitif ivmeye işaret etmektedir. Neticede bu durum terör örgütünün yönetici kadrosundan eksilmeleri ve saldırı kabiliyetindeki daralmayı da beraberinde getirmiştir.

"ORTADOĞU POLİTİKASI İÇİN 2019 KRİTİK YILDI"

Türkiye’nin yerli ve milli enerji politikalarının hem ekonomi hem de siyasete olan yansımaları 2018’de de sürmüştür. 2018 geride bırakılırken Türkiye’de enerji alanında hayata geçirilen projelerin başında TANAP, TürkAkım, Akkuyu Nükleer Enerji Santrali , petrol ve doğal gaz arama çalışmaları , depolama kapasitesinin artırımıyla ilgili faaliyetler ve yenilenebilir enerji bağlamında yaşanan gelişmeler gelmektedir. Türkiye bir yandan söz konusu projelerle dünya genelinde adından söz ettirirken diğer yandan bulunduğu coğrafya gereği ekonomik ve politik gerginliklerin merkezinde bulunmaktadır.

2019 Türkiye’nin Ortadoğu politikası için kritik bir yıl. Türkiye’nin Suriye meselesinde kazanımlarını artırması beraberinde bölgesel caydırıcılığı ve iş birliği imkanlarını da artıracağı anlamına geliyor. Dolayısıyla 2019’un dış politikada Ortadoğu özelinde kazanım yılı olması şaşırtıcı olmayacaktır.
Tabii bunun için Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yapacağı operasyonun hedeflerinin hem ABD’yle hem Rusya’yla müzakerelerle koordine edilmesi gerekecek. Bu süreçte Türkiye’nin istediklerini alması için kararlı tavrı belirleyici olacaktır ancak hem Washington’ın hem Moskova’nın Türkiye’nin alanını sınırlı tutmak isteyeceklerini göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Öte yandan Türkiye-Rusya ilişkileri 2019’a iyimser bir şekilde giriyor. Bu iyimserliği teyit edecek konu başlıkları risk oluşturabilecek başlıklara göre daha fazla. Özellikle Suriye konusunda varılabilecek kapsamlı bir barış için yol haritası her iki ülkenin aktif çabalarıyla mümkün olabilir ve iki ülkeyi birbirine daha da yakınlaştırabilir. Türkiye’nin ABD ve AB ile ilişkilerinin daha rasyonel bir zemine oturması 2019’da ekonomiye olumlu yansıyacaktır. Dış politika belirsizliklerinin azalması döviz kurunun istikrara kavuşmasına katkı sağlayacaktır. Mart ayındaki yerel seçimler sonrasında uzun bir süre takvimde seçim olmaması da Türkiye ekonomisi için bir başka pozitif gelişmedir. Cumhur İttifakı en büyük meydan okumayı hasarsız atlatarak süreçten güçlenerek çıkarak , yerel seçimlere tam bir koordinasyon içerisinde girdi.

Bu yıla , dünya ekonomik beklentileri konusunda birçok belirsizlik ve risklerle girdik. IMF tarafından yayınlanan “Dünya Ekonomik Görünümü Güncellenmiş Raporu” da bu risklerin gerçekliğini bir kez daha teyit etti. IMF, 2019’da dünyanın ekonomik büyümesine ilişkin tahminlerini yüzde 3,7’den 3,5’e revize ederken , gelişmiş ekonomilerin büyüme oranları yüzde 3,7’den 3,5’e , gelişmekte olan ekonomilerininkileri ise yüzde 4,7’den 4,5’e çekti.

"ABD-ÇİN SAVAŞI BEKLENTİLERİ DÜŞÜRDÜ"

Beklentilerin düşürülme nedenlerinin başında , süregelen ABD-Çin ticaret savaşları bulunuyor. İki ülke liderleri geçtiğimiz Aralık’ta Arjantin’de süreci değerlendirmek için bir araya geldi. ABD Başkanı Trump , 1 Ocak 2019’da 200 milyar dolar değerindeki ürün grubuna uygulanacak yüzde 25’lik ek verginin üç aylık bir süre ile yüzde 10 seviyesinde sabit tutulmasına ve durumun bu üç ay içinde Çin ile müzakere edilmesine onay vermişti. Ancak , daha sonra ABD tarafının Çinli Bakan Yardımcıları’nın ABD’ye yapacağı ziyareti , kritik başlıklarda anlaşılamaması nedeni ile reddetmesi , sürecin yine zora girdiğine işaret etti. 



IMF raporunda belirtildiği üzere Çin’in büyüme beklentisinin 2019 için yüzde 6,2’ye revize edilmesi ve Çin’in kamu borcunun artması ciddi problemler oluşturacak gibi görünüyor. Bu oran Çin ekonomisinin geçen otuz yıldaki en düşük büyüme oranı. Dolayısı ile Çin’e en çok ihracat yapan ülkeler olan Kore , Japonya ve Almanya gibi ülkeler de bu durumun sonuçları konusunda çözüm arayışı içerisindeler. IMF’nin raporunda belirtilen diğer riskler ise ABD’de iç politika kaynaklı sorunlar , anlaşmalı – anlaşmasız Brexit’in doğuracağı sonuçlar ve ayrıca AB içerisinde İtalya’nın mali sıkıntıları olarak sıralanıyor.

Bilindiği üzere Türkiye olarak ihracatımızın yaklaşık yarısını AB ülkelerine gerçekleştiriyoruz.

Almanya , Birleşik Krallık , İtalya ve bunların dışında ABD ihracatımızın en fazla olduğu ülkeler. Bu ülkelerin büyüme beklentileri , aynı zamanda ithalat talebiyle doğrudan ilişkili olduğu için de ihracatçılarımızın en çok dikkat ettiği konuların başında yer almakta. İhracat artışımızla AB’nin büyüme oranları arasında pozitif bir korelasyon bulunuyor. Artışı sürdürebilmek için , 2019’da farklı bir strateji izlenmesine ihtiyaç var.

"TÜRKİYE'YE AVANTAJ SAĞLAYACAK ÜRÜNLER SAPTANDI"

TİM olarak  ‘Açıklanmış Karşılıklı Üstünlükler’ teorisi çerçevesinde , dünyada en çok ithal edilen 200 ürün içerisinde Türkiye’nin ihraç ürünleriyle ilgili bir analiz gerçekleştirerek , uluslararası piyasalarda rekabet avantajına sahip olduğumuz ürünleri saptandı.

Sonuçta , farklı sektörlerde ortaya çıkan 47 ürün için , ülkeleri o ürünlerdeki ithalat değerlerine göre sıralayarak potansiyel pazarları belirlendi. Avantajlı olduğumuz ürünler , eğer potansiyel pazarlarda potansiyelin altında ithal ediliyorsa , ihracatçılarımızın bu pazarlara yönelmesi konusunda bir sonuç raporu hazırlandı. Eğer avantajlı olduğumuz ürünler , hedef pazarlarımızda daha etkin hale gelebilirse , o pazarlara olan ihracatımızın daha derinleşmesi sağlanabilir. Raporda değinilen bir diğer konu da , üretim fonksiyonunun içine yeni faktörlerin eklenmesi. Türkiye olarak daha çok ürün üretip , daha rekabetçi satma stratejimizin nispeten değiştirilmesine ihtiyacımız var. İhracatı sıçratmak istiyorsak , üretim fonksiyonumuzun içerisine , teknoloji, Ar-Ge , inovasyon ve tasarım gibi ürünlerin talep esnekliğini azaltabilecek faktörlerin eklenmesi gerekiyor. Yani iş gücü ve sermaye ile daha fazla üretim , artık ihracatımızı artırmak için tek başına yeterli değil.

Bu yüzden ihracatta geleneksel stratejiler dışında , yeni ve bilimsel temellere dayanan çalışmalar gerçekleştirmeliyiz.

Alınan etkin tedbirler sayesinde , Türkiye ekonomisinin , yaz aylarında yaşanan olağanüstü dalgalanma döneminin ardından bir normalizasyon ve toparlanma sürecine girdiğini vurgulayabiliriz. Ekonomi yönetimimiz bu süreci çok iyi yönetti.

Bankacılık sektörüde de yakın iletişim ve iş birliği içindeydi. Merkez Bankası’nın sıkı para politikası , Yeni Ekonomi Politikası’nın  açıklanması ve hızla uygulamaya alınması , jeopolitik anlamdaki pozitif gelişmeler bu sürece olumlu katkıda bulundu ve bulunmaya devam edecek.

{ "vars": { "account": "G-Q6K1Q5TWQT" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }